Neye sinir oluyorum biliyor musunuz? Bir sürü adam yolun kenarına, kafeye vs bilumu yerlere oturmui maç seyreder gibi geçen kadınları izliyorlar. Alaahım bu aralar (yazı gelmesiyle birlikte) bu kenar papatyaları o kadar çoğaldılar ki bazen abiler çekirdek vereyim çitler misiniz demek geliyor içimden...

Aaahhh bir de şu türler var: Önünüzde 1 ya da 2 erkek yürüyor. Bir vesileyle içlerinden biri arkayı dönüyor sonra nedense ya vitrne bakılmak için yavaşlanıyor ya da birdenbire içlerinden birinin yakkabısının bağı çözülmüş oluyor. Maksatlarının öndeki kadının kalçalarına bakmak olduğunu hiiç ama hiç anlamıyoruz.

İnanamıyorum inanmak istemiyorum. Yaz mevsimini tiril tiril giyinmeki çok seviyorum ama sırf bu mahlukatları memnun etmemek için giymeyeceğim işte giymeyeceğim :-/



Hafta sonu ilginç birşey sordular bana. "1 günlüğüne erkek olsan ne yapmak isterdin?"
Hımmmmm....
Ne yapmak isterdim??
Her zaman erkeklerin sofra muhabbetine hayran olmuşumdur. Sanırım erkek olsam güzel bir rakı sofrası kurar arkadaşlarımla erkek muhabbeti yapardım (erkeklerin muhabbeti zaten erkek muhabbeti olmuyor mu?? neyse boşver...) Ohhh ne güzel saate bakmak yok, eve geç kalma derdi yok, yan masadaki bıyıklı sorunsalı yok :P
Valla fena fikir değilmiş

Pekiiii siz 1 günlüğüne karşı cins olsaydınız ne yapmak isterdiniz?

Desperate Housewives'ı izliyor musunuz? Benim severek takip ettiğim dizilerden biri. Aslında CNBC-E'de yayınlanan dizilerin hemen hepsini çok seviyorum.

Bu hafta yayınlanan bölümde çok üzüldüm ve etkilendiğimi belirtmek isterim. Bir diziyi çok uzun zaman seyrettiyseniz karakterlere çok alışıyorsunuz, tanıdığınız olmaya başlıyorlar (Bu, çok severek okuduğunuz kitaplarda da olur. Hiç bitsin istemezsiniz, son sayfayı çevirdiğinizde içinizde bir boşluk bıraktığını hissedersiniz)

Bu bölümde dizinin sarışın bombası Edie bir kazada hayatını kaybetti. Ve arkadaşları Edie'nin küllerini oturduğu evin bahçesine, verandasına vs heryere serptiler. Ve o sırada dış ses olarak konuşan Edie'yi dinlerken gözlerimin dolduğunu hissettim. Ve 1 karakter dahi ayrılsa o boşluk olur gibi geliyor. Bakalım göreceğiz bundan sonraki bçlümlerde ama galiba yaşlanıyorum :(
Sadece zaferde değil, en kötü gününde de yanındayız. Daha nice şampiyonluklara Kara Kartalım!

Haaa haaa...Duvar kağıdımı yenilemek için Google'da arama yaparken bunu buldum. Hem çok matrak hem de daha önceki yazımla uyumlu oldu :p

Boş durmaktansa, insanın kendini oyalayacak çeşitli meşgaleler bulması daha(mı) iyidir...
* Tatile gitmeyi mümkünse denizi güneşi bol bir yere.....
* Güneşin doğuşunu denizde karşılamayı.....
* Kahvaltıda karpuz peynir yemeyi...
* Kulağımda mp3'üm güneşin ılık ılık hücrelerime dolduğunu hissetmeyi...
* Öğlen sıcağında sımsıcak bir uykuya dalmayı...
* Cep telefonunu hiç açmamayı...
* Kitabımı okurken kim ne der diye düşünmeden kahkahalar atmayı...
* İyi ki şu fıs fıslı güneş kremleri var diyerek gülümsemeyi...
* Kumsala gelen köpecikleri sevmeyi hatta onların şezlongumun yanına kıvrılmalarını...
* Akşam biram elimde dalgaların sesini dinlemeyi ...
* Her seferinde gece denize girmeye heves edip daha sonra vazgeçmeyi...

* Uçan kaçan bilumum börtü böcük, yaprak, taş ve kabuğun fotoğrafını çekmeyi...
* Çıplak ayak gezmeyi...
* Odama döndüğümde televizyonda en sevdği filmlerden birinin olduğunu keyifle görmeyi....
* Bazı günler odama bırakılan o güzel çiçeklerin kokusunu duymayı...
* Tek derdimin "Yarın nereyi görmeye gitsem acaba?" olmasını...
*İnsanlara rahatça gülümsemeyi...
* Ruhumun beni yakalaması için durup beklemeyi hem de uzun uzun beklemeyi...

ÇOK AMA ÇOK İSTİYORUM !!!

04:42 | 1 Comments

Şu konjonktür sözcüğünü duymaktan da, televizyonu her açtığımda, alakalı alakasız, iki lafın arasında bu kelimeyi kullanan kişilerden de gına geldi...
Bu adamı seviyorum. Kim ne derse desin...Katıldığı programları izlemekten keyif alıyorum. Türkiye'de uzaylılar, UFO'lar denince akla gelen ilk isim... Geçen akşam Saba Tümer'deydi ve yine ilginç şeyler anlattı.

UFOlar var mı yok mu bilmiyorum ama evrende yalnız olmadığımıza inanıyorum. Milyarlarca yıldızın, galaksinin olduğu bir kozmozda sadece bizim yaşadığımıza inanmak bence fazlaca iyimserlik olur.

UFO gören çok kişi var. Ben onlardan biri değilim, çok istesem de henüz böyle bir deneyim yaşamadım. Bu konuda pek çok görüntü izledim. Garip ama insanın kafası karışıyor bu bir gerçek. Özellikle konuyla ilgili açıklama yapan üst düzey askeri pilotlar ilgimi çok çekiyor. Hatta o programa da birisi bağlandı ve yaşadıklarını anlattı. Henüz böyle bir teknolojinin dümyada olmadığından falan bahsetti. İnanmayanlar ise UFOların Amerika'nın radara yakalanmayan casus uçaklarının gelişmiş versiyonları olduğunu savunuyorlar. Bu konuda bilgi verilmemesi, hiçbir açıklama yapılmamasının altında da bu yatıyormuş


Amerika'da (Nevada'ydı sanırım) uzaylılar üzerinde deneyler yapıldığı haberleri dolaşıyordu bir aralar ortalıkta. Mesela buna inanmak daha zor geliyor bana. Böyle birşeyin bunca sene gizli tutulması mümkün olabilir mi?

Bir de şu var: Gelen uzaylılar (Haktan Akdoğan uzaylılar demeyin dünya dışı varlıklar deyin çünkü biz de uzaylıyız diyor ama bunu yazmak daha kolay) neden hiçbir şekilde kontak kurmuyorlar ve kendilerini gösterip gidiyorlar? Amaç ne? Bizi korkutmak mı? Tamam tabii ki Kurtuluş Günü'ndeki gibi dilolarıyla şehrin göbeğine inmesinler ama ne bileyim :p merak ediyoruz doğal olarak... Buna yapılan açıklama da (ki bana pek inandırıcı gelmiyor) bizim algı seviyemizin onlarla iletişim kurmaya henüz hazır olmamasıymış. Sanırım hazır olmamız çok uzun sürebilir.

Her neyse, dünya dışı yaşamlara inanıyorum, UFO'larla ilgili şüphelerim var, çipler kaçırılma olayları ise biraz ütopik geliyor ama gerçekleri bilemeyiz tabii. Önyargılı olmamak lazım.

Çok istememe rağmen malesef çalışıyor olmamadan dolayı bu kongreye gidemeyeceğim. 13-14 Haziran'da İstanbul'da yapılacak. (Bilgi için fotoğrafa tıklayın) Eğer bu konulara ilgi duyuyorsanız bir göz atmanızda fayda var.


2 senedir (belki de daha uzun) süredir ısrarla ve şevkle İspanyolca öğrenme çalışmalarıma devam ediyorum. Yanımdan hiç ayırmadığım not defterimle , yolda, evde, otobüste bulabildiğim heryerde...


İspanyolca öğrenmek isteyenlerin İstanbul^da tek adresleri var Cervantes Enstitüsü. Burası aynı zamanda İspanyol Kültür Derneği. Fiyatları da oldukça tuzlu. Toplam 4 kur var ve herbir kur 6 ay sürüyor sanırım. Fiyatlar da milyarı buluyor -görüldüğü üzere yeni liraya alışamadım hala eski şekilde kullanmaya devam :(

Bunun dışında İspanyolca öğrenmek isterseniz 2 seçeneğiniz var: Kitaplar ve internet. Kitaplar için aynı şeyi söyleyemeyeceğim ama internette bu konuda inanılmaz kaynaklar bulabilirsiniz. Özellikle İngilizce bilenler için her seviyede dersler bulunabilir. Gramerin yanında mp3 ünüzde rahatça dinleyebilmeniz için ses dosyaları da var. Benim mp3 ümde kayıtlı ve sürekli dinliyorum. Gerçekten bir süre sonra aksana daha kolay alışıp kelimeleri ayırt eteye başlıyorsunuz. Tavsiye ederim.

Bir de size tavsiyem bol bol İspanyolca şarkı dinlemeniz. Hatta sözlerini de bulun ve aynı anda hem dinleyin hem okuyun. Zamanla şarkılardaki bazı kelimeleri sözlerine bakmadan da anlayabiliyorsunuz.

Bu konuyla ilgili bir anımı da paylaşmadan geçemeyeceğim. Sultanahmet Köftecisi'nden otururken yan masamıza İspanyol bir topluluk oturdu. Çok sevindim tabii, içimden pratik yapma zamanı diye düşünüyorum.Bunlar bir konuşmaya başladılar bırakın anlamayı, kelimeleri takip bile edemedim. Tabii moralım yerle bir....O kadar hızlı konuşuyorlar ki bir ara İspanyolca olduğundan dahi kuşku etmedim değil :p

Bu benim moralimi bozsa da şevkimi kırmadı. İspanyolca'ya devam ta ki rahatlıkla sohbet edercek düzeye gelene kadar. Bu arada bu dile çok kolay çok kolay diyorlar. Tamam Çince gibi değil ama o kadar kolay da sayılmaz. 16 ayrı zaman çekiminin olduğu bir dilden bahsediyoruz ve bazılarının Türkçe karşılıkları da yok.

Tüm dünyada tartşılan "Melekler ve Şeytanlar"ı izleme fırsatı buldum hafta sonu...Da Vinci'de de aynı şeyi düşünmüştüm; ben Tom Hanks'i bı karaktere yakıştıramadım bir türlü. Ne bileyim mesela bir Nicholas Cage çok daha iyi olurdu diye düşünüyorum. İyi bir oyuncu ama aksiyon filmerinde görmeye pek alışık olmadığımdan dolayı böyle düşünüyor olabilirim...

Bir kitabı sinemaya uyarlamak çok zor bir iş olmalı. Ama ben "Melekler ve Şeytanlar"da bunu çok fazla hissettmedim. Gerek mekanlar gerekse aksiyon dozu beni yeterince etkiledi. Büyük bir keyifle izledim filmi.

Kitabı beğendiyseniz filmden de keyif alacağınız düşünüyorum. Şimdiden iyi seyirler...

01:15 | 0 Comments


04:53 | 0 Comments

Gitme isteği çoktan sarmış beni.
Artık geriye dönüş yok...

Haydi canım, bizi o kadar da küçümsemeyin...
Maç izlemek için toplanıldığında yapılan klasik geyiklerden biridir. Ortamdaki kızlarla dalga geçmek için ona ofsaytın ne olduğu sorulur ve anlatması istenir. Kız başlar "Eeee, ceza sahasında...bir adam...top gelince...adam öne çıkmazda..yani...hımmm" vs vs vs
...

Valla açık söylemek gerekirse benim çevremde ofsaytın ne olduğunu bilmeyen kadın pek az. Maç esnasında anlaması biraz zor bunu kabul ediyorum ama ofsaytı anında anlayabilen erkek sayısı da buna parelel zaten (Hakemler bile bazen anlaşamıyorlarken...)Düzgün bir şekilde anlatıldığında anlaşılmayacak bir şey de değil.


Tabii ki istisnalar kaideyi bozmaz ama bunun altında pek çok kadının da "Cıkkk anlamadım..." diyerek erkek arkadaşlarının ilgisine biraz daha uzun süreli nail olma amacını sürdürdüklerini düşünüyorum. Yoksa sanmayın biz kendi aramızda da bu kadar pamuk ve mıy mıyız.
O sadece sizin şerefinize...
...
Bu arada tüm BEŞİKTAŞLILARI kutluyorum...Nice galibiyetlere
Bayılıyorum bu filme...Bana göre Cem Yılmaz'ın en komik ve en güzel filmi...Mazhar Alanson çatlak baba rolünde muhteşem, Özlem Tekin son derece inandırıcı oynuyor. Senaryo çok güzel, hem gülüyor hem hüzünlendiriyor.

Kim ne derse desin Cem Yılmaz bu ülkenin en başarılı komedyenlerinden biridir (hatta en iyisidir). Ah bir de şu bizim, birbirimizi paçalarımızdan çekme alışkanlığımız, başarılı insanlara burun kıvırma huyumuz olmasa...Daha ne başarılı insanlar çıkacak aramızdan kimbilir !

Beşiktaş-Galatasaray derbisine 1 saatten az bir süre kaldı. Ben bir Beşiktaşlı olarak Kara Kartalıma başarılar diliyorum.

İyi olan kazansın...


Bugün Monaco Grand Prix'si koşuldu. Ben de iyi bir Formula izleyicisi olduğum için öğleden sonra televizyonumun karşısına kuruldu. Bilumum atıştırmalık ve içeceğimle beklemeye başladım.


Bu yarış için Formula'nın mücevheri tanımlaması yapılsa da Monaco Grand Prix'si benim izlemekten çok da keyif aldığım bir yarış değil. Sokak yarışı olması görsel bir zenginlik katsa da pist yarışlarının keyfini vermiyor. Herşeyden önce atak yapma olanağı çok çok az ve start sonrasında üç aşağı beş yukarı yarışın sonucu belli oluyor.

Brawn GP takımı yine (çok da sürpriz olmayan) bir galibiyere imza attı. Bu yılın en başarılı ismi Button takım arkadaşı Barichello'yla ilk iki sırayı aldı. Ferrari ise nihayet podyum gördü ve Tifosileri biraz olsun mutlu etti.

Şimdi sırada İstanbul Grand Prix'si var. Sabırsızlıkla bekliyorum ve Monaco'dan daha heyecanlı bir yarış olmasını (şimdiden) ümit ediyorum:P

Ülke tv'nin en güzel programı "Meksika Sınırı"...Bomboş, size hiçbirşey vermeyen onlarca programın arasında elmas gibi parlıyor. Sunucuları Tarik Tufan, İsmail Kılıçarslan ve Selahattin Yusuf sizi öyle güzel bir yolculuğa çıkarıyorlar ki saatlerin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz bile...

Çoğu görüşleri benimkilerle taban tabana zıt olsa da bilgileri,birikimleri ve her daim dozunda yaptıkları eleştirileriyle bu 3 genç adamın programlarını kaçırmadan takip ediyorum. Bence televizyonculuk adına harika bir iş yapıyorlar ve onlar için bu bir amaç olmasa da çok daha fazla kişi tarafından tanınmaları gerektiğini düşünüyorum.

Bir insan ne kadar doluysa o kadar başı eğiktir derler ya iştebu söz tam da onlar için söylenmiş. Bu kadar bilgili, bu kadar donanımlı insanların aynı zamanda bu kadar mütevazi olması ancak böyle açıklanabilir sanırım.

Bu haftaki programın konularından biri de Albert Camus'ydü. Ben dehşetle o ana kadar hiç Camus okumadığı farkettim ve anlattıkları o kadar ilgimi çekti ki gecenin o saatinde internete girdim ve Camus hakkında araştırma yaptım. 2 kitabını da indirdim. "Yabancı" kitabın hemen okumaya başladım bile.

Bu arada faydalı bir site de keşfettim. Het tür pdf ve doc dosyasını buradan araştırabilir ve indirebilirsiniz: http://www.pdf-search-engine.com/

Bir kitaptan daha bahsettiler adı "Tatar Çölü"...Onlar tartışırken bu kitabı okumamış olmaktan dolayı o kadar üzüldüm ki...En kısa zamanda bulup okumam lazım ancak dediklerine göre bulunması oldukça zormuş...

Eğer şimdiye dek izlemediyseniz ne yapın edin bu programa bir göz atın. Ne düşündüğünüz, hangi görüşü benimsediğiniz hiç önemli değil çünkü onları izlerken aslında önemli olanın "farklı olmak" değil "farklılığı paylaşma tarzı" olduğunu göreceksiniz.
Tanrı bana uğramadı bu gece
Süt dökmüş kedilerle sarmaş dolaş uyudum
Bir ara terk etmiş gibiydim bedenimi
Çengilerle, çalgılarla yalanlarla dolanlarla
Çok kalabalık dünya
Korkuyorum, ukala yastıklara gömüyorum yüzünü
Kapılara kilitliyorum
Perdeleri balmumuyla yapıştırıyorum sokağa
Yine de yer kalmıyor bana
Çok kaba bu dünya
Ben solak bir peygamberim
Tersinden okuyorum bildiğim duaları

Altay ÖKTEM
Nihayet bitirdim...

Sonunda dayanamadım ve ağladım, sizi de şimdiden uyarayım.
Amerika'daki Iowa Halk Kütüphanesi'nde yaşayan tatlı mı tatlı bir kediciğin öyküsü bu. Minicik bir bebekken kütüphanenin kapısına bırakılıyor. Kütüphane gürevlileri onu nereye vereceklerini bilemediklerinden geçici bir süre için orada kalmasına izin veriyorlar. Zaman içinde Dewey o kadar seviliyor ki ünü, önce eyalet sınırlarını sonra ülke sınırlarını aşıp tüm dünyaya yayılıyor.
İşte kitap Dewey'in o kütüphanede başından geçenleri (bir kedinin başından ne geçebilir ki demeyin şaşırtabilir sizi)anlatıyor.

Siz de benim gibi bir kedi delisiyseniz kesinlikle okumanız gereken bir kitap. Eminim çok keyif alacak ve bitirdiğinizde son sayfayı çevirmemek için çok uğraşacaksınız...

About

.